Facebook

Twitter

Copyright 2018 AloraNet.
Tüm hakları saklıdır.

(212) 219 19 24

Facebook

Twitter

Search

Menu

 

Mülkiyet Hakkının Sınırlandırılması

Mülkiyet Hakkının Sınırlandırılması

Mülkiyet hakkı Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenmiş olan ve gerçek kişi/tüzel kişi veya Türk vatandaşı/yabancı ayrımı yapmaksızın herkese ekonomik değeri bulunan “şeyler” üzerinde egemenlik kurmalarını sağlayan mutlak bir haktır. Bu bağlamda fikri mülkiyet hakları, alacak hakları gibi ekonomik değer taşıyan diğer haklar da mülkiyet hakkının kapsamında olacaktır[1]. Mülkiyet hakkının temel bir insan hakkı olması nedeniyle, mülkiyet hakkının ihlal edilmesi herkesten beklenebilir ve hak sahibi de mülkiyet hakkını herkese karşı ileri sürebilir.

Mülkiyet hakkının kapsamını; mülkiyet konusu nesnenin özelliklerine, müdahalenin kimden geldiğine, malike ve malike sağladığı haklar ile yüklediği ödevlere göre ayrı ayrı değerlendirmek gerekecekse de mülkiyet hakkının kişiye: maliki olduğu nesneyi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve ilgili nesne üzerinde tasarrufta bulunma hakkını sağlar.

1982 tarihli Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca, mülkiyet hakkı olağan dönemlerde yalnızca kamu yararı amacıyla ve kanun yoluyla sınırlanabilir ve mülkiyet hakkının kullanılması toplumun yararına da aykırı olamaz. Temel hak ve özgürlüklerin genel sınırlandırma kriteri olarak kabul edilen Anayasa’nın 13. maddesine göre ise de mülkiyet hakkının kanunla sınırlanması halinde; sınırlamanın Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olması gerekmektedir.

Bu bilgiler ışığında mülkiyet hakkına yapılan sınırlandırmanın hukuka uygunluğunun değerlendirmesi üç ana başlık altında yapabilir[2]:

1. Yapılacak sınırlandırmanın hukuka uygun olabilmesi için sınırlandırmanın kanun yoluyla yapılması zorunludur. Bu hususta yönetmelik veya başka yollarla yapılacak olan sınırlandırmalar Anayasa’ya aykırı olacaktır.

2. Mülkiyet hakkı kanunla sınırlandırılmışsa incelenmesi gereken diğer husus, hakkın sınırlandırılma amacının kamu yararı taşıyıp taşımadığıdır. Mülkiyet hakkını sınırlandıran kanunun kamu yararı amacını taşıması zorunlu bir unsurdur. Dolayısıyla kamu yararı amacını taşımayan ve mülkiyet hakkını sınırlayan bir kanun açıkça Anayasa’ya aykırı olacaktır. Örneğin bir kişiye ait olan bir arsanın kamu yararının amacına uygun olarak kamulaştırılması hukuka uygun olacaktır. Burada özellikle devletin vergilendirme hakkı ile mülkiyet hakkının sınırlandırılması kriterleri arasında kamu yararı kavramına değinmek gerekecektir.

Avrupa İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme 1 No’lu Ek Protokol’ün 1’inci maddesinde, her gerçek veya tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkının bulunduğu, herhangi bir kimsenin, ancak kamu yararı sebebiyle ve kanunda öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabileceği hususu düzenlenmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına göre de bir miktar paranın ödenmesi amacını taşıyan vergi, ilgili kişinin mal varlığında azalmaya yol açtığı için; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 1 Numaralı Protokolünde güvence altına alınan mülkiyetin korunması hakkına müdahaledir. Ancak Mahkeme’ye ve hakkı güvence altına alan maddenin ikinci fıkrasında göre devletlerin vergilerin ödenmesini temin etmek üzere gerekli gördüğü nitelikteki yasaları yürürlüğe koyması hukuka aykırı sayılmayacaktır[3].

Benzer şekilde Mahkeme, devletin, özellikle vergilendirme alanındaki politikaları çerçevelerken ve uygularken geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu ve makul temele dayandığı sürece Mahkeme’nin yasama organının bu tür konulardaki değerlendirmesine saygı göstereceğini kabul etmekte[4]; devletlerin toplumlar ve ihtiyaçları hakkında doğrudan bilgi sahibi olmaları nedeniyle, ulusal makamların, sosyal veya ekonomik gerekçelerle kamu yararına olanı takdir etmede prensipte uluslararası yargıçtan daha iyi konumda olduğunu ifade etmektedir. Bu bağlamda Mahkeme, genel olarak yasama organının politika seçimine saygı göstermektedir[5]. Bunun tek istisnası verginin dayanağının açıkça makul temelden yoksun olmasıdır.

Temelde, devletin vergi koyma yetkisini, “kamu giderlerini karşılama” amacına uygun olarak kullanması, konulan verginin Anayasa’ya uygun olabilmesi ve kamu yararı ile mülkiyet hakkının sınırlandığının belirlenmesi için zorunludur. Nitekim Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin, insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir ve hukuk devletinin bir gereği olarak bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine açık olan, hukuka aykırı durum ve tutumlardan sakınan, hukuku devletin tüm organlarına hakim kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayması gerekir.

Bu kapsamda, “kamu giderlerini karşılama” meşru amacının varlığı, konulan verginin Anayasa’ya uygun olabilmesi için yeterli değildir. Ayrıca, vergilendirme yapılırken mükelleflerin mali gücü ile kamu giderlerini karşılama amacı arasında adil bir dengenin bulunmasına da özen gösterilmeli; bunu da maliye politikasının sosyal amacı edinilmelidir.

Nitekim, Anayasa’nın 73. maddesinde, herkesin kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlü bulunduğu, vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımının, maliye politikasının sosyal amacı olduğu, vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin kanunla konulacağı, değiştirileceği veya kaldırılacağı öngörülerek Anayasa’nın 2. maddesinde nitelikleri belirtilen hukuk devleti ilkesi vergilendirme ilkeleri yönünden somut biçimde dile getirilmiştir.

Buna göre, devletin vergilendirme yetkisinin sınırı, aynı zamanda kişilerin hak ve özgürlüklerinin de sınırını oluşturduğundan, bu yetkinin keyfiliğe kaçacak biçimde kullanılmasının önlenmesi, hukuk devleti olmanın gerekleri arasında öncelikli bir yere sahip bulunmaktadır.

Vergilendirme alanında olası keyfi uygulamalara karşı düşünülen ilk önlem, kuşkusuz yukarıda da bahsedildiği üzere kanunilik ilkesidir. Ancak vergilerin bir yasayla getirilmiş olması tek başına vergilendirme yetkisinin keyfi kullanılarak adaletsiz sonuçlar doğurmasını engelleyemeyeceğinden ve tek başına mülkiyet hakkının sınırlandırılması için yeterli olmayacağından kanunilik ilkesi yanında verginin genel ve eşit olmasını da mutlak olarak gerektirir.

Vergide genellik ve eşitlik ilkeleri geleneksel vergi adaleti ilkeleridir. Vergide genellik ilkesi, herhangi bir ayırım yapılmaksızın malî gücü olan herkesin vergi yüküne katılmasını ve vergi ödemesini ifade eder. Malî güce göre vergilendirme, verginin, yükümlülerin ekonomik ve kişisel durumlarına göre alınmasıdır. Bu ilke, aynı zamanda vergide eşitlik sağlanmasının uygulama aracı olup, malî gücü fazla olanın malî gücü az olana göre daha fazla vergi ödemesini gerektirir. Vergide eşitlik ilkesi ise malî gücü aynı olanlardan aynı, farklı olanlardan ise farklı oranda vergi alınması esasına dayanır. Bu da yine devletin vergilendirme yetkisi ile mülkiyet hakkı arasındaki ilişkide sınırlandırmanın ölçülülük ilkesi göz önüne alınarak değerlendirilmesini gerektirir.

3. Mülkiyet hakkının sınırlandırılması kanunla yoluyla yapılmış ve kamu yararı amacı taşısa da yapılan müdahale sonucunda sınırlanan mülkiyet hakkı ile ulaşılmak istenen kamu yararı arasında menfaatler dengesine dikkat edilmesi gerekir. Kamu yararı ve mülkiyet hakkı sahibi kişinin menfaatleri arasında ölçülülük ilkesine uygun davranılmalıdır. Ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık alt başlıklarıyla incelenir. Elverişlilik; hakka yapılacak müdahalenin kamu yararını gerçekleştirme amacına uygun olmasını, gereklilik; kamu yararına ulaşılması için hakka müdahale edilmesinin zorunlu olmasını, orantılılık ise; müdahale sonucunda elde edilecek kamu yararı karşısında hak sahibinin aşırı bir külfete maruz kalmamasını güvence altına alır.

Anayasa Mahkemesi kararlarına da yansıyan haliyle “Öngörülen tedbirin, maliki, ulaşılmak istenen kamu yararı karşısında olağan dışı ve aşırı bir yük altına sokması durumunda müdahalenin orantılı ve dolayısıyla ölçülü olduğundan söz edilemez.”[6]

Sonuç olarak, olağan dönemde mülkiyet hakkı yalnızca kanunla ve kamu yararını gerçekleştirmek amacıyla yapılabilmektedir. Ayrıca elde edilmesi planlanan kamu yararı ve sınırlanacak olan mülkiyet hakkı arasında ölçülülük ilkesine uygun olarak bir dengenin kurulması gereklidir. Eğer hakka müdahale, bir kamu yararının gerçekleştirilmesi için mülkiyet hakkına sahip olan kişiye elde edilecek kamu yararı ile karşılaştırıldığında büyük bir külfet yüklüyorsa/menfaatler dengesi kurulamadıysa bu sınırlama Anayasa’nın 13. maddesine aykırı olacağından hukuka aykırı olacaktır.


KAYNAKLAR

[1] Gemalmaz, B. Mülkiyet Hakkı Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi – 6. 3.09.2020 tarihinde https://www.anayasa.gov.tr/media/3548/06_mulkiyet_hakki.pdf adresinden erişildi.

[2] Gemalmaz, B. a.g.e.

[3] AİHM, Burden & Anor vs UK, Başvuru No. 13378/05, p. 59

[4] AİHM “Bulves” AD vs. Bulgaria, Başvuru No: 3991/03

[5] Wallishauser v. Austria (No. 2), Başvuru No: 14497/06

[6] AYM, Başvuru No.: 2014/109, p. 79